Zordur kendini anlatmak…
Çünkü “kendin” olabilmek zordur. Belki de ben yanılıyorum. Benim hal şeklimdeki değişimin zorluğudur, ortada dolaşan… Tabii ki sadece benim için…
Bir yolculuk ve bir kitaba borcum çok… Ya da elimdekileri onlar hatırlattı bana…
**********
Kabe’deyim… İhramdayım… Üstümde sadece 2 havlu parçası var… Dikişsiz, desensiz, sıradan, kokusuz… Sadece temiz ve beyaz…
Ayaklarım çıplak, tavafdayım… Elimde bir dua kitabı, ondan satırlar okuyorum. Kalabalıkta mümkün olduğunca kimseye çarpmamaya, kimseyi rahatsız etmemeye dikkat edip, adımlarını ona göre atıyorum. Aslında Hacer- ül Esvet taşına yaklaşmayı çok istiyorum. Ancak öyle kalabalık ki birilerini itip kakmadan ulaşmam imkansız. Vazgeçiyorum ve daha sakin bir ortamda ibadetimi sürdürmek için kenardan yürüyorum…
Yaklaşık 4-5 adım önümde yürüyen bir adama gözüm ilişiyor. Hafif kamburu ile bu kara kuru adamcağızı dünyanın başka bir yerinde görsem, ya ürküp yolumu değiştiririm ya da birkaç kuruş eline tutuşturup uzaklaşırım. Bacakları çok zayıf, saçlarının çoğu ak ve dağınık… Sık ve telaşeli adımlarıyla bir yandan Arapça dualar okuyor, bir yandan omzundaki havluyu sürekli çekiştiriyor… Sanırım Afrikalı ama hangi ülkeden hiçbir fikrim yok.
O an kendimi bir başka boyutta hissediyorum. İçimdeki benliklerde şöyle konuşmalar geçiyor…
- Önümde yürüyen bu tanımadığım ve birazda dışladığım adam, benden şu an canımı istese verir miyim?
- Veririm.
- Peki, neden diye sormayacak mısın?
- Hayır.
- Neden?
- İhtiyacı yoksa neden istesin ki?
Üstümdekilerin yoksunluğu ruhumun zenginliğini coşturuyor…
Ne 3 çocuğum, ne ailem, ne işim gücüm, ne malım mülküm umurumda. Hiç tanımadığım birine, sadece istediği için canımı vermeye hazırım.
***********
Aradan yaklaşık 2,5 yıl geçiyor… Bu süreçte aklım karmakarışık… Fiziki ve ruhsal alemin gelgitlerindeyim. Her ikisi arasındaki bağlantıları kurmakta ciddi zorluklar yaşıyorum. 50 yıllık bildiğim dediğin hayatın içinde, suyun gerçekten de her zaman yukarıdan aşağıya akmadığına şahit oluyorum.
Sadece benim oldukları için değil, aynı ortamı paylaştığım için etrafımdaki çok daha fazla insanı sevdiğimi anlıyorum. Benim 50 li yaşlarımda fark edebildiğim güzellikleri 18 li, 20 li yaşlarında keşfetmiş gençleri gıpta ile izliyorum. Ve bencilliğim, sanırım yudumladığım zemzem sularının damlacıkları arasında yavaş yavaş eriyor.
2009 yılının ortalarında Sevgili Elif Şafak’ın AŞK isimli romanıyla buluşuyorum. Kitabı okuma safhasında ilginç bir tezat yaşıyorum.
AŞK’ı saatlerce okuyup hızla bitirmeye çalışırken, kitabın sonunun gelmesini istemiyorum. Kitabın içinde birden çok aşka şahit olurken, ilahi Aşk’a ulaşıyorum. Şems ve Mevlana öyle bir yol tarifi veriyorlar ki… Yıllardır kaybolmuşluğumun tüm sokak lambaları yanıyor… Ve yeni aydınlık bir yolun içinde kendimi buluyorum. Öğrenecek ne çok şey var.
İlk öğrendiğim, bugüne kadar hiçmişim..
Ama gerçek “Hiç” olmaktan ne kadar da çok uzakmışım…